Çocuklar sanal ortamda ev yapıp, bahçe kuruyor sonra o bahçelere sebze meyve ekip, ağaç dikiyor. Bakımını yapıp vakti geldiğinde hasat işine girişiyor.
Ama köy evinde bekleyen işler de dünyanın en gereksiz uğraşlarından sayılıyor ve sevimsiz işler olarak alıyor muhabbetlerdeki yerini.
Ne garip değil mi?
Hayatın merkezinde olup, hayata bu kadar yabancı kalabilmek…
Biz gerçek olduğumuza göre hangi dünya için yetiştiriyoruz çocuklarımızı?
Öncelikle okula, hayatın her alanında gerekli temel becerileri öğretilecek bir yer olarak bakılması ve okulun böyle ağır bir yükle sorumluluk altına alınması kabul edilemez. Bu beklentiyi karşılamak mümkün değil.
Ziraattan mimariye, sanattan zanaata kadar birçok iş alanında bireylere en temel becerilerin öğretilmesi ailenin sorumluluğu altındadır. Rol model olmanın yanı sıra, usta-çırak eğitimi, gezi-gözlem, gizil öğrenme vb yollarla sınıfın, masanın, sıranın olmadığı eğitim ortamlarını saymak mümkündür. Tüm hayatı bir sofra misali toplayıp okulun içine seremeyiz. Tuğla tuğla inşaatı, ateşinde demiri, sıcaklığında fırını, tozunda madeni ve hangi birini gerçeğe yakın anlatabiliriz ki?
Evet ürün ortaya koymak, başarı ile mutlu olmak, aferin almak insan fıtratına kodlanmış bilgilerdir. Sistem bunu çok iyi bildiği için bol keseden dağıttığı ödüllerle kişide yüksek düzeyde mutluluk hormonu dediğimiz dopaminin salgılanmasını sağlıyor. İşlem tamamdır, artık ipler sahte mutluluğa sebep olan sistemin elinde. Aslında herkes işini yapıyor fakat anne-babalar ‘baksana ablası ne güzel ev yapmış hatta bahçesi de var’ deyip sizi de sahte mutluluğun bir parçası haline getiriyor.
Bir ampul değiştiremeyen, basit bir cihazın mekanizmasını çözümleyemeyen ve bir çivi çakamayan birey, bir elin parmakları ile ekran başında bağlar bahçeler inşa ederek dünyaları ben yarattım havasına girmemeli. Bunlar basit fakat bilinmesi muhakkak olan temel becerilerdir.
Üstün meziyetlerle donatılmış insan bu mücadeleyi kazanacak yaratılıştadır. Dokunuşlarımızı, eğitim biçimimizi bu minvalde güncelleyebiliriz. Sanal alemde değil gerçek hayatın ta kendisinde. Elinden tutup vakit ayırmalı, anlatılmalı, tek tek göstermeli. Bir duvarın nasıl örüldüğünü, bir toprağın nasıl ve niçin sürüldüğünü, bir askerin neden sınır boylarında nöbet tuttuğunu ve bir insanın neden var olduğunu…
Doğru yetiştirildiğinde birey, zannettiğiniz kadar aferin beklemez. Çünkü emek ilmek ilmek dokunmuş, ter akıtılmış. Sadece parmakların değil tüm bedenin ahenkle çalıştığı bir sinerji oluşturulmuş. Birey varlığını, var olan şeylere dokunarak, şekil vererek, birlikte yaşayarak bulmuştur. Emek sonrası elde edilen ürünün mutluluğu uzun solukludur, sanal ortamdaki gibi haz odaklı değildir. Marifet iltifata tabidir düsturunca çabayı fark edip çocuğun gözünün içine bakmanız gerekecek elbette. Konfetilerin patlamasına, pastaların kesilmesine de ihtiyaç yok.
İnsan ruhuna en iyi gelen şey fark ediliyor olabilmektir. Bir çift gözün samimi ve sıcak bakışı, yürek denen merkezden gelen kucaklayıcı bir sarılma kişinin varlığını hissetmesine yeter. Görmezden gelinen insanların ruhlarında derin acılar vardır. Bu acılar bireyi farklı arayışlara sürükler. Her görünme çırpınışın altında bir yara bandı vardır. Ruhun yaraları kanayan cinsten değil, yaşatmayan cinsten. Var olabilme yolundaki çabalar gerçek hayatın içinde yeşerdiğinde anlam bulur. Yaratıldığınız alemin dışında kendinizi arama çalışmalarınızın hüsranla sonuçlanmaması için anne-babasının bacağına yapışık halde yaşayan değil, cihat için yaşı uygun olmadığı halde kendini Peygamber’e ispatlamaya çalışan koca yürekli cesaretli çocuklar yetiştirin.
O sebepten sadece dinlemek için verilen uykuyu gerçekleri görmeyi engelleyen gaflete çevirmeyelim. Birileri size ‘Günaydın’ diyorsa sabah olmuştur. Okunduğunda veya izlendiğinde ‘evet aslında haklı’ dedirten her şeyi baş tacı yapmalıyız. Açalım radyoda haklının sesini de haksızın sesi kesilsin. Farkındalık diliyorum.
Zeynep AYDIN