Her insan bir anne ve baba ile dünyaya gözlerini açar. Ve o anne-baba nasıl bir eğitim ve kültüre sahip ise çocuğunu da o şekilde yetiştirir. Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyden haberi olmayan bu insan yavrusu kendisine kol-kanat geren şefkat kahramanları anne-babası ile beraber sevgi ve güven içerisinde sadece bedeni değil, aklı ve kalbi de büyümeye başlar. Hayata dair düşünce ve duygular geliştirir. İşte bu düşünce ve duygular o insanın hayata bakış açısını, yaşam şeklini, diğer insanlar ile iletişimini, ilişkisini, kişiliğini, karakterini belirler.
Toplum bireylerden oluşmaktadır ve insan ise psikososyal bir varlıktır. İnsan yetiştiği aile ortamının etkisi ile psikolojik ve sosyokültürel bir yapı geliştirecektir. Geliştirdiği bu yapı ile yaşama/hayata dair, toplum içerisinde bir birey olarak yerini alacaktır. Ve toplum böyle her farklı aile kültüründen, ikliminde büyüyen fertlerden oluşmaktadır. Aslında her toplumun bir kültürü olduğu gibi her ailenin de kendine özgü bir alt kültürü, bir aile iklimi vardır. İşte toplum bu kadar faklı aile ve farklı insan bileşeninden oluşmaktadır.
Peki, bu kadar farklılıklara sahip bir toplum nasıl bir arada yaşayabiliyor, nasıl toplumsal bütünlük oluşuyor sorusuna gelin hep beraber cevap arayalım.
İnsan, yukarıda bahsetmiştik, kendisini sevgi ve güven içerisinde büyüten şefkat kahramanları bir anne-babası vardı. Sevgi ve şefkat duygusu ile büyüyen bireyler sağlıklı bir kişilik geliştirmekte ve bu durum domino taşları etkisi göstererek topluma, toplumsal ilişkilere yansımaktadır. İşte insanda var olan bu sevme duygusu toplumu bir arada tutan, kenetleyen, birbirlerini koruyup kollayan, insanları birbirine yaklaştıran, adalet duygusunu canlı tutan; toplumsal harcı oluşturmaktadır.
Asıl itibari ile toplumsal bütünlüğü sağlayan o toplumun üst kültürü olan örf, adet, gelenek, görenek ve kanunlarıdır. Ancak bu üst kültür dediğimiz adet, gelenek, görenek ve kanunların oluşmasını zorunlu kılan temel duygu SEVGİ’dir. İnsan birbirini sevdiği için birlikte yaşıyor, birlikte seviniyor, birlikte gülüyor, birlikte üzülüyor, birlikte ağlıyor ve aile oluyor; anne oluyor, baba oluyor, amca oluyor, teyze oluyor, hala oluyor, dayı oluyor, akraba ve toplum oluyor. Toplum SEVGİ ile ayakta kalıyor.
Sevgiden yoksun büyüyen çocuklar, topluma uyum sağlamada güçlük çekiyor ve süreç içerisinde dışlanarak topluma zarar verici birer unsur haline dönüşebiliyorlar. Topluma zarar veren bu şahıslar toplumu ayakta tutan değer yargılarını dışlıyor ve bizler onları birer suçlu olarak görebiliyoruz. Eğitimin şöyle bir amacı vardır: “Eğitimde feda edilecek hiçbir fert yoktur.” Biz öğretmenler böyle bir anlayış ve inançla tüm çocuklara ve gençlere eğitimi ulaştırmakla görevli olduğumuzu düşünüyoruz.
Sonuç olarak şunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz; eğitim ve kültürün nihai amacı huzurlu ve mutlu bir toplum oluşturmaktır. Huzurlu ve mutlu bir toplum ise ancak huzurlu ve mutlu bireylerden oluşacaktır. Huzurlu ve mutlu insan ise yaratıldığını bilen, Rabbine teslim olmuş, kendisine, ailesine ve topluma karşı sorumluluklarının olduğunu bilen, dünyanın bir imtihan yeri olduğu bilincinde olup ve burada yaptıklarının ahirette hesabını vereceğini bilen, sahip oldukları ile yetinmesini bilip hırs yapmayan, hamd ve şükür bilincine sahip bireydir.
Kul olduğunun bilincinde olan, aklı ve kalbi sevgi ile eğitilen tüm bireylerin hedefi toplumsal huzur ve mutluluk olacaktır.
Yani eğitimli-kültürlü insan seven insandır…
Mehmet TAŞ