Kürtçe üzerinde yazı yazmanın itiraf etmeliyim ki en büyük zorluklarından biri bu dil üzerinde oluşturulan algıyla alakalı. Bu konuda yazı yazmak her şeyden önce hala mayınlı bir arazi. Milliyetçilik yapmak hatta ırkçılık yapmakla itham edilebilir, ağır eleştirilere maruz kalabilirsiniz. Herhangi bir dilde konuşmak, yazmak ırkçılık sayılmazken Kürtçe konuşmak, yazmak ve bu dilin sorunlarını konuşmak neden milliyetçilik /ırkçılık sayılır anlamak mümkün değil.
Bugün yeryüzünde irili ufaklı bir sürü bağımsız devlet ve halk var. Birçoğu da kendi dilleriyle eğitim yapıyor ve bu son derece doğal. Peki, aynı durum niçin Kürtler söz konusu olduğunda sağcısıyla solcusuyla hatta bir kısım İslamcısıyla aynı refleksle karşılanıyor dersiniz? Cevap: İşgal edilmiş zihinler yüzünden.
Bu yazıda Kürtçenin en temel meselelerinden birini, dil birliğinin sağlanamamasını ele alacağım. Kürtçede bir dil birliği neden sağlanamıyor? Kürtçe yazılmış eserlerin dili neden anlaşılamıyor? Bu yazı öteden beri Kürtçe karşıtlarınca dillendirilen bilimsellikten, mantıktan ve vicdandan yoksun iddialara bir cevap niteliğinde olsun istedim.
Kürtlerin Orta Doğunun en eski halklarından biri olduğu konusunda aklı başında hiç kimsenin bir itirazı olamaz. Bugün dört ayrı parçada yaşayan Kürtlerin yaklaşık olarak 50 milyon bir nüfusa sahip olduğunu da biliyoruz. Buna rağmen tarih sahnesinde resmi dili Kürtçe olan bir devletleri hiç olmamış. Bir devlet şemsiyesi altında korumaya alınmayan bir dilin varlığını sürdürebilmesi çok kolay değil. Bu, Kürtçenin talihsizliği. Kürt nüfusun büyük oranda belli bir bölgede yoğunlaşması Kürtçe için belki de bir şanstır. Yeryüzü bu anlamda birçok ölü dile de tanıklık ediyordur. Kürtçe de ölü bir dil olabilirdi.
İkincisi, bugün Irak Kürdistanı’nı bir tarafa bırakırsak Kürtçe, hiçbir yerde eğitim dili olmadı. Belki Osmanlı Dönemini kısmen bunun dışında tutabiliriz. Çünkü bu dönemde Kürdistan medreselerinde dersler Kürtçe veriliyordu. Ancak ders kitapları bildiğim kadarıyla Arapçaydı. Kürtçe bu derslerin işlenişinde kullanılan dildi. Elbette bu küçümsenecek bir durum değil, aksine medreselerin varlığı Kürtçe için bir şanstı. Öyleyse Kürtler medreselerine sahip çıkmalı, geleneksel de olsa burada verilen eğitimin önemini kavramalıdır. Bugün Kürtçe eğitimi öncelediklerini söyleyen seküler Kürtlerin medreselerin karşısında durmalarının altında tamamen ideolojik nedenler yatıyor. Aklı başında herkes biliyor ki medreselerimiz olmasaydı Kürtçe varlığını bu canlılıkta devam ettiremezdi.
Üçüncüsü, Kürtçenin çok lehçeli bir dil olmasına rağmen bugün için ortak bir alfabesinin olmaması dil birliği için bir engeldir. Türkiye’de Latin alfabesi, Irak, İran ve Suriye’de Arap alfabesinin kullanılması bu birlikteliği neredeyse imkânsız kılıyor. Türkiye Kürtlerinin Latin alfabesindeki ısrarcılığının tutarsızlığı net olarak gözüküyor aslında. Arap alfabesine karşı duran Türkiye Kürtlerinin bu tutumu da tamamen ideolojik saiklerden kaynaklanıyor. Başından beri Kürt halkının Müslüman olmasını hazmedemeyen bu çevrelerin Kürtleri bu kimlikten uzaklaştırmaya matuf hamleleri Kürt halkına yabancılaşmalarından kaynaklanıyor. Türk Kemalistlerle aynı zihin kodlarına sahip Kürt solu, İslam karşıtlığı noktasındaki benzer bir serüven yaşıyor.
Dördüncüsü, Kürtçenin tüm lehçelerini kapsayan ve bütün Kürtlerin anlayabileceği ortak bir kültür ve yazı dili hiç olmadı. Denilebilir ki lehçe ve şive farklılıkları birçok dilde var. Örneğin Türkçenin birçok şivesi var fakat İstanbul Türkçesi yazı dili olarak kullanılıyor. Bu ortak yazı dili, bölgesel farklılıkların ortadan kalkmasına sebep oluyor. Kürtçe bu imkândan da mahrum.
Beşincisi, Kürtçenin sözlü bir kültüre sahip olmasıdır. Dengbejler vasıtasıyla oluşan bu şifahi kültür, dilin hayatiyeti açısından önemli olsa da zamanla kelime dağarcığının zayıflamasına, kelimelerin kaybolmasına engel olamamıştır. Bir dil büyük ölçüde yazılı metinler aracılığıyla gelecek nesillere taşınabilir. Buna bir de egemen dillerin etkisini eklersek Kürtçenin bugün niçin yetersiz kaldığını anlayabiliriz sanırım. Yaşayan Kürtçenin otuz bin kelimeye sahip olduğunu okumuştum bir ara. Bunu doğru bir veri kabul edersek kaybolan kelime sayısı en az bu rakamın yarısıdır.
Bütün bunlara Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde yönetimlerden kaynaklı zorluklarını, inkâr ve imha sürecini, sınırlardan dolayı bir araya gelememeleri gibi yeryüzünde pek az halka reva görülen mahrumiyetleri eklersek bugün için ortak bir dil oluşamamasını doğal bir sonuç olarak görebiliriz. Elifbası bile olmayan bir dilin mahrumiyeti ve mazlumiyeti ortadadır.
Hâsılı bütün bu sorunların bir anda aşılması beklenmemelidir. Mesele gelip Kürtçe eğitime dayanmaktadır. Dil birliği sağlamanın en kestirme yolu budur. Son bir söz: Bu mesele en çok da bu halkın ümmetin bir parçası olduğunu bilen, gören Müslüman Kürtlerin sorumluluğundadır.
SEYFETTİN AY